Skip to main content

إِلَّا
ancak
مَن
kim
ظَلَمَ
zulmeder
ثُمَّ
sonra da
بَدَّلَ
değiştirirse
حُسْنًۢا
iyilikle
بَعْدَ
sonra
سُوٓءٍ
(yaptığı) kötülükten
فَإِنِّى
şüphesiz ben
غَفُورٌ
bağışlayıcıyım
رَّحِيمٌ
esirgeyiciyim

illâ men żaleme ŝümme beddele ḥusnem ba`de sûin feinnî gafûrur raḥîm.

"Değneğini at!" Musa, değneğinin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa! Korkma; Benim katımda peygamberler korkmaz; yalnız haksızlık eden bunun dışındadır. Kötü hali iyiliğe çeviren kimse bilsin ki Ben şüphesiz bağışlarım, merhamet ederim. Elini koynuna sok, Firavun ve milletine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Gerçekten onlar yoldan çıkmış bir millettir."

Tefsir

وَأَدْخِلْ
ve sok
يَدَكَ
elini
فِى جَيْبِكَ
koynuna
تَخْرُجْ
çıksın
بَيْضَآءَ
bembeyaz
مِنْ غَيْرِ
olmaksızın
سُوٓءٍۖ
kusur
فِى
içinde
تِسْعِ
dokuz
ءَايَٰتٍ
mu'cize
إِلَىٰ فِرْعَوْنَ
Fir'avn'a (git)
وَقَوْمِهِۦٓۚ
ve onun kavmine
إِنَّهُمْ
çünkü onlar
كَانُوا۟
oldular
قَوْمًا
bir kavim
فَٰسِقِينَ
fasık

veedḫil yedeke fî ceybike taḫruc beyḍâe min gayri sûin fî tis`i âyâtin ilâ fir`avne veḳavmih. innehüm kânû ḳavmen fâsiḳîn.

"Değneğini at!" Musa, değneğinin yılan gibi hareketler yaptığını görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. "Ey Musa! Korkma; Benim katımda peygamberler korkmaz; yalnız haksızlık eden bunun dışındadır. Kötü hali iyiliğe çeviren kimse bilsin ki Ben şüphesiz bağışlarım, merhamet ederim. Elini koynuna sok, Firavun ve milletine gönderilen dokuz mucizeden biri olarak kusursuz, bembeyaz çıksın. Gerçekten onlar yoldan çıkmış bir millettir."

Tefsir

فَلَمَّا
ne zaman ki
جَآءَتْهُمْ
onlara gelince
ءَايَٰتُنَا
ayetlerimiz
مُبْصِرَةً
açıkça görünen
قَالُوا۟
dediler
هَٰذَا
bu
سِحْرٌ
bir büyüdür
مُّبِينٌ
apaçık

felemmâ câethüm âyâtünâ mübṣiraten ḳâlû hâẕâ siḥrum mübîn.

Ayetlerimiz gözlerinin önüne serilince: "Bu apaçık bir sihirdir" dediler.

Tefsir

وَجَحَدُوا۟
ve inkar ettiler
بِهَا
onları
وَٱسْتَيْقَنَتْهَآ
kanaat getirdiği halde
أَنفُسُهُمْ
vicdanları
ظُلْمًا
haksızlıkları yüzünden
وَعُلُوًّاۚ
ve böbürlenmeleri yüzünden
فَٱنظُرْ
bak işte
كَيْفَ
nasıl
كَانَ
oldu
عَٰقِبَةُ
sonu
ٱلْمُفْسِدِينَ
bozguncuların

veceḥadû bihâ vesteyḳanethâ enfüsühüm żulmev ve`ulüvvâ. fenżur keyfe kâne `âḳibetü-lmüfsidîn.

Gönülleri kesin olarak kabul ettiği halde, haksızlık ve büyüklenmelerinden ötürü onları bile bile inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!

Tefsir

وَلَقَدْ
ve andolsun
ءَاتَيْنَا
biz verdik
دَاوُۥدَ
Davud'a
وَسُلَيْمَٰنَ
ve Süleyman'a
عِلْمًاۖ
bir ilim
وَقَالَا
ve dediler
ٱلْحَمْدُ
hamdolsun
لِلَّهِ
Allah'a
ٱلَّذِى
ki
فَضَّلَنَا
bizi üstün kıldı
عَلَىٰ
üzerine
كَثِيرٍ
birçoğu
مِّنْ عِبَادِهِ
kullarından
ٱلْمُؤْمِنِينَ
inanan

veleḳad âteynâ dâvûde vesüleymâne `ilmâ. veḳâle-lḥamdü lillâhi-lleẕî feḍḍalenâ `alâ keŝîrim min `ibâdihi-lmü'minîn.

And olsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi "Bizi mümin kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun" dediler.

Tefsir

وَوَرِثَ
ve mirasçı oldu
سُلَيْمَٰنُ
Süleyman
دَاوُۥدَۖ
Davud'a
وَقَالَ
ve dedi ki
يَٰٓأَيُّهَا
ey
ٱلنَّاسُ
insanlar
عُلِّمْنَا
bize öğretildi
مَنطِقَ
dili
ٱلطَّيْرِ
kuşların
وَأُوتِينَا
ve bize verildi
مِن
(bir pay)
كُلِّ
her
شَىْءٍۖ
şeyden
إِنَّ
şüphesiz
هَٰذَا
bu
لَهُوَ
elbette o
ٱلْفَضْلُ
bir lutuftur
ٱلْمُبِينُ
açık

veveriŝe süleymânü dâvûde veḳâle yâ eyyühe-nnâsü `ullimnâ menṭiḳa-ṭṭayri veûtînâ min külli şey'. inne hâẕâ lehüve-lfaḍlü-lmübîn.

Süleyman Davud'a varis oldu: "Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize herşeyden bolca verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur" dedi.

Tefsir

وَحُشِرَ
ve toplandı
لِسُلَيْمَٰنَ
Süleyman'a
جُنُودُهُۥ
orduları
مِنَ ٱلْجِنِّ
cinlerden
وَٱلْإِنسِ
ve insanlar(dan)
وَٱلطَّيْرِ
ve kuşlar(dan)
فَهُمْ
onlar
يُوزَعُونَ
sevk ediliyordu

veḥuşira lisüleymâne cünûdühû mine-lcinni vel'insi veṭṭayri fehüm yûza`ûn.

Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan müteşekkil olan ordusu toplandı. Hepsi toplu olarak gidiyorlardı.

Tefsir

حَتَّىٰٓ
nihayet
إِذَآ
zaman
أَتَوْا۟
geldikleri
عَلَىٰ
üzerine
وَادِ
vadisi
ٱلنَّمْلِ
karınca
قَالَتْ
dedi
نَمْلَةٌ
bir karınca
يَٰٓأَيُّهَا
ey
ٱلنَّمْلُ
karıncalar
ٱدْخُلُوا۟
girin
مَسَٰكِنَكُمْ
yuvalarınıza
لَا يَحْطِمَنَّكُمْ
sizi ezmesinler
سُلَيْمَٰنُ
Süleyman
وَجُنُودُهُۥ
ve orduları
وَهُمْ
ve onlar
لَا يَشْعُرُونَ
farkında olmayarak

ḥattâ iẕâ etev `alâ vâdi-nnemli ḳâlet nemletüy yâ eyyühe-nnemlü-dḫulû mesâkineküm. lâ yaḥṭimenneküm süleymânü vecünûdühû vehüm lâ yeş`urûn.

Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir dişi (kraliçe) karınca: "Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman'ın ordusu farkına varmadan sizi ezmesin" dedi.

Tefsir

فَتَبَسَّمَ
tebessüm etti
ضَاحِكًا
gülümseyerek
مِّن قَوْلِهَا
onun sözüne
وَقَالَ
ve dedi
رَبِّ
Rabbim
أَوْزِعْنِىٓ
gönlüme ilham eyle
أَنْ
diye
أَشْكُرَ
şükredeyim
نِعْمَتَكَ
ni'metine
ٱلَّتِىٓ أَنْعَمْتَ
lutfettiğin
عَلَىَّ
bana
وَعَلَىٰ
ve
وَٰلِدَىَّ
anama babama
وَأَنْ
ve diye
أَعْمَلَ
yapayım
صَٰلِحًا
faydalı bir iş
تَرْضَىٰهُ
senin beğeneceğin
وَأَدْخِلْنِى
ve beni sok
بِرَحْمَتِكَ
rahmetinle
فِى
arasına
عِبَادِكَ
kullarının
ٱلصَّٰلِحِينَ
iyi

fetebesseme ḍâḥikem min ḳavlihâ veḳâle rabbi evzi`nî en eşküra ni`meteke-lletî en`amte `aleyye ve`alâ vâlideyye veen a`mele ṣâliḥan terḍâhü veedḫilnî biraḥmetike fî `ibâdike-ṣṣâliḥîn.

Süleyman, onun sözüne hafifçe güldü ve: "Rabbim! Bana ve ana babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl. Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına koy" dedi.

Tefsir

وَتَفَقَّدَ
ve teftiş etti
ٱلطَّيْرَ
kuşları
فَقَالَ
dedi ki
مَا
neden
لِىَ
ben
لَآ أَرَى
göremiyorum
ٱلْهُدْهُدَ
hüdhüdü
أَمْ
yoksa
كَانَ
(mı) oldu?
مِنَ ٱلْغَآئِبِينَ
kayıplardan-

vetefeḳḳade-ṭṭayra feḳâle mâ liye lâ era-lhüdhüd. em kâne mine-lgâibîn.

Süleyman, kuşları araştırarak: "Hüdhüd'ü niçin göremiyorum? Yoksa kayıplarda mı? Bana apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim" dedi.

Tefsir